Y
FAİZSİZ KREDİLEŞME KURULUŞLARI
· MADDE 1: Bu metin faizsiz kredileşmeyi düzenler. Bu maksatla kurulacak vakıf veya kooperatif veya anonim şirket bu kredileşmeye aracı olur.
· MADDE 2: Kredileşme vakfını sermaye şirketi olmayan tüzel kişiler kurarlar. Kredileşmeden yararlanmak isteyen üye veya ortaklar, bu maksatla karz olarak topladıkları birer cumhuriyet altınlarını bu vakfa sermaye olarak koyarlar. Bu kurucu tüzel kişiler faizsiz olarak kredi alan teşebbüslerin genel hizmetlerini görürler ve bunlardan hasıla veya cirolarıyla mütenasip genel hizmet payını alırlar.
· MADDE 3: Kredileşme vakfı şube, merkez şube ve genel merkez olarak teşkilâtlanır. Bunların kuracakları anonim şirketler bankaları kurarlar. Bu vakfı sermaye mukrizi ortakların temsilcileri yönetir.
· MADDE 4: Kredileşme kuruluşu nakit, mal, taşınmaz ve emek karşılığı çıkaracağı senetleri mevduat olarak kabul eder ve bunları ortaklarına ikraz eder.
· MADDE 5: Herkes mevduatı veya geçmiş yıllarda ödedikleri genel hizmet payı nispetinde krediyi istihkak eder.
· MADDE 6: Kredileşme vakfı mudi ve müstakrizlerle ilişkisini mutemetler aracılığıyla sağlar ve değerler yedieminlerde bulunur.
· MADDE 7: Her kişinin veya ortaklığın, her yerin veya mal topluluğunun, her türlü senedin vadeli veya vadesiz, deyn veya emanet, borç ve alacakların hesapları ayrı ayrı tutulur. Taşınmazların, malların, nakdin, emeğin, senetlerin, envanter ve zimmet muhasebeleri ayrı ayrıdır.
· Muamele teslimat senetleriyle yapılır. Bunlara dayanılarak devir senetleri tanzim edilir. Devir senetleri yevmiyeye işlenir. Sonra defteri kebir mahiyetinde olan kartlara işlenir. Her hesap sahibinin kendisinin seçtiği bir muhasibi vardır. Devir senetlerini bunlar tanzim eder. Verenin muhasibi tescil ettirdikten sonra devir senedini saklar.
· MADDE 8: Senetler o esnada hangi değerle alınıyorsa ancak o değerle satılabilir. Cari değer arz ve talep dengesine göre ayarlanır. Senetleri banka malikleri adına alıp satar. Kredileşmede de teminat değerleri vardır. Bunlarda arz ve talebe göre ayarlanır.
· MADDE 9: Karşılıksız senet çıkarılamaz. Altın senedi dışında nakit karşılığı senet çıkarılamaz. Senetlerin taşınmaz teminatları dışında dayanışma ortaklıklarının da teminatları vardır. Kredileşme kuruluşu da kefildir. Defterlere işlenmeyen senetler geçersizdir.
· MADDE 10: Kararlar temsilcilerin ittifakı ile alınır. Değerlendirmeler orta değer bulunarak yapılır. İttifakla yetkili kılınan kimsenin yetkili kılındığı konuda istişareden sonra aldığı karar topluluğun kararıdır. Herkes kendi ictihadına göre ilzâm olunur. İstişaresiz karar istisnadır.
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMLAR
MADDE 1
Bu metin faizsiz kredileşmeyi düzenler. Bu maksatla kurulacak vakıf veya kooperatif veya anonim şirket bu kredileşmeye aracı olur.
I. TANIMLAR
II. SOSYAL VE EKONOMİK HAKLAR
III. AYNİ VE ZİMMET HAKLARI
IV. DEYN VE EMANETLER
V. FAİZ
VI. FAİZİN ÇEŞİTLERİ
VII. FAİZ-TİCARET FARKI
VIII. FAİZ-KİRA FARKI
IX. FAİZ-SELEM FARKI
X. FAİZ YERİNE KARŞILIKLI KREDİ
XI. VERGİ-FAİZ
XII. KREDİ-VAKF
XIII. KREDİ-EMEK
XIV. KREDİYİ İSTİHKAK KRİTERLERİ
XV. FAİZSİZ SİSTEMDE İHALE
XVI. BANKA BİR ARACIDIR
I. TANIMLAR
a. İNSAN BORÇLU VE ALACAĞI OLABİLENDİR
Canlılarda dayanışma vardır. Arı çiçeklerden bal alırken onlara eşleşmelerini ve döllenmelerini sağlamak için yardım etmektedir. Erkek hücrelerini alıp dişi organlara götürmektedir. Vücut içindeki her hücre de diğer komşu hücre ile bu tür alış verişler yapmaktadır. Ancak bu alışverişler peşin olmakta ve bir ölçüye dayanmamaktadır. İnsanlarda da bu tür alışverişler vardır. Diğer canlılardan farklı olarak bu alışverişte bir ölçü mevcuttur. Verdiği çoksa aldığı da o kadar çok olmaktadır. Bunun dışında bu alışverişler hemen peşin olmamakta, hafızaya alınan verilecek şey ileride gerektiği zaman verilmektedir. Bu verilecek şeye hak denilmektedir. Kendisine hakkın verileceği kimseye alacaklı, hakkı verecek kimseye de borçlu adı verilmektedir.
b. İNSAN TOPLULUĞU DA BORÇLU VE ALACAKL1 OLABİLİR
Bundan dolayıdır ki, hak sahibi yalnız insandır. Hak sahibi olmak demek kişilik sahibi olmak demektir. Borçlu olabilmek, aynı zamanda alacaklı olabilmek demektir. Davacı olmak da davalı olabilmek demektir. Bu hak ve vecibeler bir ferde taalluk edebileceği gibi bazen birkaç ferdi bir arada borçlu ve alacaklı hale getirebilir. Buna ortak haklar denilmektedir. Bu ortak hakların bir kısmı kollektif hale gelmekte ve tüzel kişiler oluşmaktadır. Tüzel kişilerde hak ve vazifeler sadece topluluğun olmakta, içindeki fertleri ayrı ayrı ilzâm etmemektedir. Böylece kollektif haklar doğmaktadır.
c. TOPLULUKLAR HAKLARIN1 YETKİLİ TEMSİLCİLER ARACILIĞI İLE KULLANIR
Topluluklar bu haklarını organize olarak kullanmaktadır. Burada fert topluluk adına hareket etmekte ve topluluğu temsil etmektedir. Konan kaide ve usullere uyulmak şartı ile topluluğun fertleri topluluk adına hareket etmektedir. Biri diğerinden bir hakkı yüklendiği zaman topluluğa karşı yüklenmiş olmakta, diğeri de topluluktan alacaklı hale gelmiş olmaktadır.
d. BANKA BORÇ VE ALACAKLARI ORGANİZE EDER
Konumuz, bu hak vazifelerin yüklenmesi ile ilgili olup, bunların yerine getirilmesi ile ilgili hükümleri ve organizasyonu ele almaktadır.
II. SOSYAL VE EKONOMİK HAKLAR.
a. SOSYAL VE EKONOMİK HAKLAR VARDIR
İnsan eşyadan yararlanarak hayatını sürdürmektedir ve bu hayat kendi bedeni ile ilgilidir. Doğacak haklar, bedeni ilgilendirebilir. Mesela, bir doktorun bir hastayı tedavi etmesi görevi bedeni haklardandır. Bunlara sosyal haklar demekteyiz. Bir kısım haklar ise eşya ile ilgilidir. Mesela, bir kimsenin başka birine bir kilo buğday borçlu olması ekonomik haklardandır.
b. SOSYAL HAKLARIN BİR KISMI EKONOMİK HAKLARA DÖNÜŞÜR
Sosyal haklarda ölçü zordur. Genellikle bütün canlılarda mevcut olan karşılıklı alışveriş türündendir. Bu hakların çoğu akrabalık haklarıdır. Eşlerin birbirlerine karşı hak ve vazifeleri, çocukların ebeveynlerine karşı hak ve vazifeleri, yakınların birbirlerine karşı hak ve vazifeleri bu türdendir. Bunların içinden bir kısmının kaynağı sosyal olmakla beraber, sonunda ekonomik haklara dönüşmektedir. Nafaka ve miras bu tür haklardandır.
c. SOSYAL HAKLARIN BİR KISM1 EKONOMİK HAKLARLA ÖLÇÜLÜR
Sosyal haklardan bir kısmı da seçme ve seçilme, görev ve yetki haklarıdır. Topluluğun oluşması ve devam edebilmesi için birtakım görev, yetki, mesuliyet ve ücret düzenlemelerine ihtiyaç vardır. Böylece karşılıklı haklar doğmaktadır. Ancak bu hakların çoğu ölçülemez türdendir ve malî değildir. Bu haklardan olan ücret; sonunda ekonomik hak olarak görünmektedir.
d. GELİŞME ÖLÇEBİLME İLE SAĞLANIR
Ekonomik hakların en büyük özelliği, bir değerle ifade edilebilmesidir. Bugün bu değer bir birimle ölçülmektedir. Bu birim paradır. Demek ki, bir şeyi fiyatlandırabiliyorsak ve karşılığında nakit koyabiliyorsak, bu ekonomik hak demektir. İnsanların gelişmesi sosyal hakların yerine ekonomik hakların ikame edilebilmesi şeklinde görülür. Bütün sosyal hakların ekonomik haklara dönüştürülmesi mümkün değildir. Böyle bir değişme para cezalarının dışında bütün cezaların kaldırılması ve evlilik müessesesinin yok edilmesi anlamına gelir ki, insanın tabiatı bana müsait değildir. Bununla beraber evlilikte nafaka ve mehir müesseseleri, cezada tazminat, sosyal hakların ekonomik haklara dönüştürülmesi anlamındadır ve bir gelişmeyi ifade etmektedir.
e. BANKANIN KONUSU EKONOMİK HAKLARDIR
Konumuz sosyal haklar olmayıp ekonomik haklardır.
III. AYNİ VE ZİMMET HAKLARI
a. HAKLAR AYNÎ VE ZİMMET ŞEKLİNDE OLABİLİR
Ekonomik haklarda doğan hak bir eşya ile ilgilidir. Biri diğerine bir eşyayı vermeyi taahhüt etmektedir. Diğer bir deyişle birinin eşyası diğerinin yanında bulunmaktadır. Bu alınacak eşyanın kendisi olabilir. Buna aynî haklar denilmektedir. Belli ve bilinen bir eşya üzerinde, o eşyayı elinde bulunduranın dışında birisinin hak sahibi olmasıdır. Birçok durumlarda ise eşyanın kendisi değil de benzeri üzerinde haklar doğar. Borçlu herhangi belli bir malı değil, benzerini vermekle yükümlüdür. Bunlara zimmet hakları denilmektedir.
b. KİŞİNİN ÜZERİNDE ALACAK HAKKI DOĞMAZ
Eski çağlarda bir kişinin diğer kişi üzerinde haklarının doğmasını meşru saymışlar, borcunu ödeyemeyen kimseyi hapsetmek veya esir edip satmak hükümlerini uygulamışlardır. İslâm Hukuku ve Modern Hukuk, kişinin üzerinde ekonomik hakların doğmasını ortadan kaldırmış ve bunun yerine kişinin malları üzerinde ekonomik hakların doğmasını teşri etmiştir. Ancak bu gelişme alacakların emniyetini ortadan kaldırmıştır. Bundan dolayıdır ki, borç ve alacakları şahsî ve aynî teminatlara tabi tutmak sistemi geliştirilmiştir.
c. ALACAKLAR AYNİ VE ŞAHSİ TEMİNATA BAĞLANMAKTADIR
Zimmet haklarında alacaklıların mağdur olmaması için, merkezî borçlanma sistemi geliştirilmiştir. Kişiler artık ikili olarak birbirleriyle borçlu ve alacaklı hale gelmemekte, bunun yerine kişiler kurdukları ortak müesseseye borçlu veya alacaklı olmaktadırlar. Malları olmadığı için borcunu eda edemeyen kimsenin alacaklısı mağdur olmamakta, bunun yerine kollektif olarak bu mağduriyet paylaşılmaktadır.
d. AYNİ TEMİNAT DAHA KUVVETLİDİR
Aynî haklar üzerinde alacaklı daha emin bir durumdadır. Kötüye kullanma söz konusu olmadığı taktirde, aynı elde mevcut olduğundan her zaman hakkını alma imkânı vardır. Kötüye kullanılması hali ise bir ekonomik olay değil, bir sosyal olaydır. Onun hükümleri sosyal kanunlarla tespit edilmiştir.
e. SAHSÎ TEMİNAT DA FERDÎ VEYA İÇTİMAÎDİR
Konumuz, aynî haklarla ilgili değil, zimmet hakları ile ilgilidir. Kuracağımız müessese bu zimmet haklarının işleyebilmesi için bir merkez hizmeti görecektir. Zimmet haklarının kalbi olacaktır.
IV. DEYN VE EMANETLER
a. BORÇTA HASAR KİME AİTTİR?
İlk bakışta aynî haklarda artıp eksilme alacaklıya, zimmet haklarında artıp eksilme borçluya ait olması gerekir gibi görünürse de; artıp eksilmenin kime ait olduğunun tespiti hususu en girift ve önemli bir meseledir. Bir kimse arkadaşının arabasını almış ve gideceği yere gidip geriye dönmüştür. Bura da önemli bir olay olmamıştır. Ne var ki, yolda bu arabanın kaza yapıp parçalandığını kabul edelim. Şimdi çok önemli bir olay ortaya çıkmıştır. Bu durumda kaza yapan arabayı ödemek zorunda mıdır? Yoksa araba arabayı sürenin teaddisi ile parçalanmadığına göre, mal sahibinin malı parçalanmış ve arabayı sürene bir külfet yüklenmemiş mi olur? Bütün ekonomik haklarda buna benzer bir soru ortaya çıkar ve bu sorunun cevabı büyük bir önem taşır.
b. ZÎMMET KAR VE ZARAR KİME AİTTİR?
Zimmet haklarında da benzer problemler vardır. Bir ortaklık kurulmuştur. Birisi sermaye koymuş, diğeri ise onunla iş yapmaktadır. Sonunda sermaye kâr etmiş veya zarar etmiştir. Şimdi bu kâr veya zarar kime aittir. Sermaye koyana mı, yoksa onunla iş yapana mı? Burada her iki halde de geriye verilecek ayn değil, misl'dir. Söz konusu olan ihtilaf, artan veya eksilen miktar üzerindedir.
c. EMANETTE ARTIP EKSİLME ALACAKLIYA AİTTİR
İşte bu önemli meselenin çözümü anlaşmaya terkedilmiştir. Baştan yapılan anlaşmada artıp eksilmenin alacaklıya ait olması kabul edilmişse, bu tür haklara emanetler diyoruz. Eğer araba emanet ise arabayı verenin arabası parçalanmıştır. Kullananın herhangi bir mesuliyeti yoktur. İşte buna benzer şekil de verilen sermaye emanet ise artıp eksilme de alacaklıya ait olup, iş yapan sadece ücret istihkak eder. Bu ücret kârdan bir pay olarak da tespit edilebilir. Ancak zarar olması halinde iş yapan bu zarara katılmaz, sadece kendisi ücret almamakla çalışmasından zarar etmiş olur. Çünkü o da emeğini emanet olarak koymuştur.
c. BORÇLANMADA A.RTIP EKSİLME BORÇLUYA AİTTİR
Baştan yapılan anlaşmada artıp eksilme borçluya ait olacak şekilde ise artık onun hükümleri uygulanır. Bu taktirde arabayı tazmin eder ve doğacak kâr ve zararlara borçlu sahibi olur. Karşılıksız araba kullanma halinde bu hüküm uygulanır. Kredilerde de bu hüküm uygulanır. Bunlara "deyn"ler diyoruz.
Konumuz `emanet' hakları değil, `deynlerdir. Müessesemiz, `deynlere merkez olacak ve onlara aracılık yapacaktır.
V. FAİZ
a. FAİZ, ARTMANIN BİR TARAFA EKSİLMENİN DE BİR TARAFA YÜKLENMESİDİR
Emanetlerde artıp eksilmenin alacaklıya, deynde artıp eksilmenin borçluya ait olduğunu daha önce görmüştük. Bu tür anlaşmaların dışında artmanın bir tarafa, eksilmenin de diğer tarafa ait olması şeklinde bir anlaşma da düşünülebilir. İşte böyle anlaşmalara faizli anlaşmalar denilmektedir. Bu durumun bir diğer ifade şekli de, kazançla rizikonun aynı tarafta olmamasıdır. Yani borç alan kimsenin, kazansın veya kaybetsin alacaklıya kâr vermesidir.
b. FAİZ, SERMAYE TERAKÜMÜNÜ SAĞLAR VE SOSYAL YAPIYI ÇÖKERTİR
Sermayenin kazançtan hiçbir payı olmadığını iddia eden sosyalistlerin yanında, sermayenin riziko taşımadan da hak sahibi olacağını iddia eden kapitalistlerin görüşleri; İslâmiyet tarafından ve bütün eski çağların din ve düşünürleri tarafından reddedilmiştir. Sermaye terakümüne hizmet ediyor diye son iki-üç asır içinde meşru sayılmaya başlanmıştır. Faiz sermaye terakümüne hizmet etmiş ise de, sosyal dengeyi bozduğu için çağımız bir ihtilaller ve isyanlar çağı olmuştur.
c. SOSYALİZM TİCARETİ DE YASAKLAR
Zamanla faizin, zararları ve kötülükleri anlaşılmış ve bu duruma tepki olarak ticareti de yasaklayan komünizm rejimi doğmuştur. Ne var ki faizi ortadan kaldırmak, çağımızın ihtiyacı olan büyük sermaye hareketlerini de aksatacağından, kolay olmamaktadır. Çağımızın çözmesi gereken en önemli problemi, faiz dışında büyük sermaye hareketlerini gerçekleştirecek faizsiz bir sistemin bulunmasıdır.
d. FAİZ TEKELİ OLUŞTURUR
Faizin ortadan kalkması demek, sermayenin tekellerde toplanmaması veya toplanmasının önlenmesi demektir. Faizin en büyük zararı tekel oluşturmasıdır. Faiz bir tarafı devamlı kazandıran kumara benzer. Bunun sonucu, ülke içindeki bütün sermayenin bir elde toplanması anlamındadır. Böylece Sermaye Devleti oluşur ve bütün sosyal müesseselere sermayedarlar sahip olur. Halbuki sermaye sahipleri rahata alışmış ve savaşma kabiliyetini kaybetmiş kimselerdir. Bu durumda da Devletin siyasî ve askerî gücünü yitirmiş olması anlamını taşır. Dolayısıyla Devlet otoritesi zaafa uğrar, isyan ve ihtilaller olur. Tüm mülkiyet elden gider. İşte bundan dolayıdır ki, ülkenin refahı ve güvenliği serbest rekabetin ve yaygın sermayenin oluşturduğu düzen içindedir.
Konumuz, tekelleşmeden büyük sermaye hareketlerini düzenleyen ve serbest rekabeti koruyan bir ekonomik düzene hizmet edecek müesseseleri kurmaktır.
VI. FAİZİN ÇEŞİTLERİ
a. FAİZ KÂRDAN FARKLIDIR
Faiz, ticaretten farklıdır. Çünkü ticarette riziko kime aitse kazanç da o kişiye aittir. Sermayeye kâr tanınması muhtemel rizikoların karşılanmasını sağlayabilmek içindir. Ona malik olanın değil, o sermayenin hakkıdır. Sermayenin sahibi malın mutlak maliki değildir. Sermaye mallarını topluluk adına yönetecek bir görevli durumundadır. Topluluk adına alır ve topluluk adına satar. Sermayesini topluluğun yararına kullanmak durumundadır. Çıkar paralelliği sağlanmıştır. Serbest rekabetle makroda denge kurulmuştur. Kendi mülkü imiş gibi tasarruf yetkisi verilmekle mikroda denge de sağlanmıştır.
b. FAİZ MÜDAHALEYİ ZORUNLU KILAR
Kazanmakla tüccarın görev yetkisi artmış, kaybetmekle de görev yetkisi azalmış olur. Böylece bir görevlinin müdahalesi olmaksızın özgürlük içinde adil ekonomik düzen kurulmuş olur. Topluluk da çok büyük faydalar elde eder. Faizli ekonomi ise makro ve mikro dengelere sahip değildir ve mutlak mülkiyeti esas almakla topluluk hayatı inkâr edilmiş olmaktadır.
c. FAİZ FİYAT ANARŞİSİ DOĞURUR
Kiralar da faizden farklıdır. Zira taşınmazlar yıpranmaktadır. Dolayısıyla ondan yaralanan kimselerin buna katılmaları gerekmektedir. Sonra kiralanacak şeylerin inşaatla artırılması mümkündür. Halbuki nakdin, enflasyon yapmaksızın artırılması mümkün değildir. Enflasyon ise fertlerin mallarını masa başında çalmaktan ibarettir. Dolayısıyla adil düzen için en tehlikeli bir unsurdur. Sosyal düzeni bozmakla kalmayıp ekonomide fiyat anarşisini de doğuracağı için aynı derecede zararlı ve tehlikelidir. Enflasyonsuz faiz beslenemez.
d. ÖNCEDEN ÖDEME FARKI FAİZ DEĞİLDİR
Faiz bir zaman içinde artmamakla beraber, bir muamele de sağlanmış olan rizikosuz kazançtır. Bu ticarete benzeyen faizdir. Fıkıhçılar buna faizi fazl demişlerdir. Bu tür zamanla artmayan fazlalıkları meşru gören fıkıhçılar vardır. Buradaki bu fazlalığın veresiye satışından mı, yoksa paranın önceden ödenmesiyle siparişten mi ileri geldiği, yani geç ödemenin malda mı, yoksa parada mı olduğu hususu İslâm fıkhında önemli ayırıcı bir faktör olmuştur. Ödemede gecikme halinde fazlalık faiz sayılmış, teslimdeki gecikme halinde fazlalık meşru sayılmıştır. Buna "selem akitleri" denilmekte ve selemde fark meşru sayılmaktadır.
e. FAİZ ZAMANLA ARTAN BORÇTUR
Faizin ikinci çeşidi, zamanla bir borcun geç ödenmesinden dolayı artan değerdir. Fıkıhçılar buna "faizi nesei" diyorlar. Ki raya benzemektedir. Yıpranması olmadığı için gayri meşru kabul edilmiştir. Konumuz, selem dışındaki bütün faizleri devre dışı bırakan ve büyük sermaye hareketlerini gerçekleştiren bir müesseseyi kurmaktır.
VII. FAİZ-TİCARET FARKI
Faizi meşrulaştırmak isteyenler, faizle ticaretin aynı şey olduğunu, dolayısıyla ticaretin meşru olması gibi faizin de meşru olması gerektiğini ileri sürüyor ve sadece faizi yasaklamanın bir izahı olmadığını iddia ediyorlar.
Halbuki faizle ticaret arasında temelden farklar vardır Bunları şöylece sıralayabiliriz:
a. TİCARETTE RİZİKO VAR
Ticarette alışveriş üç kişi arasında ve iki muamelede olmaktadır. Faiz ise iki kişi arasında ve bir muamelede olmaktadır. Dolayısıyla ticaret rizikolu olduğu halde faiz rizikosuzdur.
b. TİCARETTE SERBEST REKABET VAR
Ticarette alan ve satan varlık sahibidir ve değiştirmek suretiyle iki tarafında rantı artmaktadır. Kredide ise, biri varlıklı diğeri muhtaç durumdadır. Eşit şartlarda pazarlık imkanı yoktur. Ticarette olduğu gibi serbestlik tanınamaz. Nitekim her ülkede faiz sınırlandırılmış bulunmaktadır.
c. TİCARET MALDA ARTIŞTIR
Ticaret malda artışı sağlamaktadır. Tüccar satar ve elde ettiği nakitle daha fazla mal alır. Bu suretle mağazasındaki stoku arttırmış olur. Üretimin artması ile bu mümkündür. Üreticilere de yararı vardır. Faiz ise nakti çoğaltır. Nakit üretilebilen birşey olmadığından ancak başkalarının naktini azaltmakla çoğaltılabilir. Sonunda enflasyonu doğurur.
d. TİCARET ENFLASYONA SEBEP OLMAZ
Ticarette mal artışı söz konusu olduğundan dolayı hayali artışlar ve kazançlar mümkün değildir. Halbuki kredide reel olarak paranın varlığına bile ihtiyaç duyulmadan zimmette borç arttınlabilir. Dolayısıyla faiz de arttırılabilir. Böylece hayalî sermaye, hayalî kârlar sağlamış olur. Mürekkep faiz bunun tipik misalidir. Bu reel nakti de muallel hale getirir.
e. TİCARETTE MARJİNAL FAYDA ARTAR
Ticaret iki taraf için rantı arttırır. Kredi de ilk anda rantı arttırmış görünür. Ancak sonunda faizden dolayı rantı düşük olan tarafa yığma yapar. Nakit, onu kullanamayan, dolayısıyla rantı düşük olan bir yerden, onu kullanabilen dolayısıyla rantı yüksek olan bir yere gitmesi gerekirken faiz dolayısıyla tersi olmaktadır. Halbuki ticarette mal ve nakit rantı yüksek olan yerlere gitmektedir.
f. KAR RİZİKO KARŞILIĞIDIR
Ticarette riziko vardır ve bu rizikoyu karşılayacak bir payın konması gerekir. Bu da kârdır. Zarar ihtimaline karşıdır. Kredide ise riziko borçluya ait olduğundan sermaye sahibine ayrılacak bir pay yoktur.
g. TİCARETTE SERMAYE VERGİSİYLE RİZİKO SAĞLANIR
Ticarette sermaye vergisi ile azalan verimler kanununun bir gereği olarak tekelleşme önlenebilir. Böylece serbest rekabet sistemi korunmuş olur. Halbuki faizde gelir vergisi uygulama zorunluluğu vardır. Zira, faiz vergiden küçük tutulduğu taktirde azalan verim söz konusu olmadığından denge sağlanamaz. Faizli sistem tekele gider ve denge bozulur.
h. MALLA.RDA DOYMA VA.RDIR
Mallarda doyma vardır. Dolayısıyla arz ve talep kanunları cereyan eder. Fiyat üretici ile tüketici arasında bir şifre hizm