Süleyman Karagülle
1928
Artvin/ Borçka’da doğdu.
1955 de İTT den Elektrik Yüksek Mühendisi olarak mezun oldu.
14 yıl süren kamu hizmetlerinden sonra çalışmalarını bağımsız olarak yürürebilmek amacıyla ayrıldı.
1967 de Akevler Kooperatifi’ni kurdu. Bunu şöyle anlatır:
„Biz çalışmalarımız için şöyle bir yol seçtik. Önce bir Kooperatik kurduk. Çalışmada ve yaşamada birbirleri ile anlaşabileceklerin bir araya gelmelerini gaye edindik. Bir arsa aldık ve apartmanlar yapmaya başladık. İsteyenler bize katıldılar. Daha sonra, yapacağımız işler üzerinde araştırma başladık. Araştırmalarımızla, işlerimizi İslamiyet’e uygun olarak yapmaya çalıştık. Yeni ortaklar davet ettik. Çalışmalarımızı beğenmeyenler oluyor. Biz, devamlı bizimle anlaşabilecek yeni kimseler arıyoruz. Eski anlaştıklarımızla da çalışmalarımız sürüyor. Ümit ediyoruz ki:
a.İçtihatlarımızı çoğaltacağız,
b.Uygulamalarımız artacak
c.Yeni ortaklar katılacak ve yeni siteler oluşacak
d.Bütün Kooperatif birliği içinde icmalar oluşacak ve böylece imanımızı bulmuş olacağız. Biz bu yolu öneriyoruz ve kendimiz de önerdiğimiz yoldayız.“
MNP ve MSP’nin İzmir ve Ege Bölgesi kuruluş çalışmarına katkıda bulundu.
Arif Ersoy, [1][1] Süleyman Akdemir’le[2][2] Adil Düzen’ teorisini geliştirdiler. Kızı Fehmi Koru ile evlendi. M.Said Çekmegil ile Fehmi Koru’nun evinde hukuk serbestisi konusunda tartışırtılar
Akevler Dergisi, Gurbet Dergisi, Tekyol dergisi( 1973), Milli Gazete ve Zaman’da günlük yazıları ve yüz kadar makalesi yayınlandı.
Eserleri.
· İslamiyet ve Ekonomik Doktrinler
· İslamiyet ve Günümüzün Meseleler1976, İzmir
· İslam’da Denge I / Para
· Alternatif Faizsiz Banka. Selem ve Kredileşme ( yayına hazırlayan Reşat Nuri Erol1991, iz yay.
Yayınlanmaya hazır çok sayıda eseri var.
Görüşleri:
„ İslam’ın Temel Kavramları:
‘Diğer bütün semavi dinlerle aynıdır:
a.Allah’a İman: Kainat, tek kudretin eseridir. Birlik ve düzen içindedir. Bu mülk üzerinde, başka herhangi bir kimsenin bir ortaklığı yoktur. İnsanların da yoktur. Bütün insanlar O’nun kuludur ve insan olarak eşittirler.
b. Kainat değişmez kanunlarla yönetilir. Bu kanunların sevk ve idarecisi olan Allah’ın orduları vardır ki bunlar meleklerdir.
c.Allah, insanların yaşayışlarını düzenlemek için kitaplar göndermiştir. Qur’an bunlardan biridir.
d.Allah, Kitaplarını öğretip uygularmak için Peygamberler göndermiştir. Hz. Muhammed de bunlardan biridir. Peygamberler arasında fark yoktur.
e.İnsanlar iman etmekle ve ibadet etmekle mükelleftirler. Külli irade, takdir Allah’ındır. Ancak cüzi irade, kaza insanın elindedir.
f. İnsanlar, iradeleriyle yaptıkları amellerden dolayı sorumlu olacaklardır. Son hesap, öldükten sonra görülecektir.
Ayrıca:
a.İnsanlar, vakitlerinin bir kısmını toplulukta kullanacak ve ibadet edeceklerdir: Namaz..
b.Mallarının bir kısmını ortak olarak birleştirip harcayacaklardır: Zekat..
c.Yasaklardan kendilerini koruyacaklardır: Hac..
d.Diğer insanlarla ilişkiler kuracaklardır: Hac.. Ve:
a.Zina etmeyip, evlenip çoğalacaklardır.
b.Sirkat etmeyip, faiz almayıp, bey’ ile iktisadi ilişkiler kuracaklardır.
c.iİtira etmeyeceklerdir
d.Emir sahiplerine karşı gelmeyeceklerdir.
İslam’ın kendisine has bazı esasları vardır:
1.Artık bütün beşeriyet tek Kitap ile yönetilecektir. Qur’an, bütün çağlara ve kavimlere hitap etmektedir. Hz.Muhammed son Peygamber olup bütün nasa gönderilmiştir.
2.Artık, Kitab’ın resmi tefsirleri yoktur. Her alim, Qur’an’ı kendi anladığı gibi tefsir edecek ve uygulayacaktır. Herkes kendi içtihadından sorumludur. Alimler için taklid kaldırılmıştır. Bilmeyenler de Müçtehidlerini seçecek ve onların amelleriyle amel edeceklerdir. ( Mezheb).
3.İnsanlar icma ettikleri, ittifak ettikleri hususlarda birleşip cemaatlar oluşturacaklardır. İhtilaflı olan kısımlarda ise herkesin görüşü ile amel etmesini sağlamak amacıyla birbirleriyle dayanışacaklardır.
4.Kitabın doğru anlaşılması için, Hz. Peygamber’in uygulmasını bilmek ve Qur’an’ı ona göre anlamak gerekir. Qur’an’ı sünnet’e uymayan bir anlayışla yorumlamak, Qur’an’ı tahriftir.
Din ile İslamiyet’in kastedilmesi hatalıdır. Din geniş anlamda düzen demektir. Bu manasıyla İslamiyet bir düzendir. Din kelimesi İslamiyet’i içerir. Ancak bütün dinler, düzenler İslamiyet değildir. Din kelimesini düzen manasıyla anlayanlar çok azdır. O halde “dinin esası” deyimi yanlıştır. İslamın esası kullanılmalıdır.
Din, dar manada kişilerin eğitimini ve tezkiyesini yükümlenen bir kurumdur. Bu anlayışla din, İslamiyetin bir parçasıdır. İslamiyet hiçbir zaman, sadece bir din değildir.
İslamiyet ilimdir, iktisattır, idaredir ve dindir.
Anlayış ve İtikat Farklılaşması:
İnanış veya iman yerine itikat kelimesinin kullanılması, kelam ilminin modası geçmiş bir deyimidir. İtikat Qur’an’ın deyimlerinden değildir.
Her insanın farklı anlayış ve inanışı vardır. Bu cüzi iradeye sahip olan insan için kaçınılmazdır. Herkesin kendi içtihadına göre amel etmesi esası buna dayanır.
İslamiyet’in istediği, insan aklının birleştiği, dolayısıyla, icma hasıl olan hususlardan sapmamaktır. Demek ki; bu deyim, icmalardan uzaklaşıldığı şeklinde söylenebilirdi. İcma müessesesinin işlemez hale gelmesiyle Müslümanlar arasında ortak noktaların kalmaması sonucu, dağılmaların olduğu söylenebilir. Müessesenin işlemez hale gelmesiyle hrkesin kendi reyini başkalarına empoze etmeye çalışması sonucu dağılma olacağı söylenebilir.
Cüzlerin birlik içinde, kendi varlıklarını kaybetmeleri ve sadece küll içinde uzuv olmalarıdır. Allah’ın sıfatlarından olan vahdet, insan insan toplulukları için kullanılamaz. Çünkü, insan topluluklarında cemaatleşme vardır. Ümmetleşme vardır, ama vahdet yoktur. Her fert, kendi varlığını korumakta ve müstakilen mesuliyet taşımaktadır. Vahdetin parçalanması yerine, cemaatin parçalanması deyimi kullanılabilir.
Bu deyim, değişik ihtimalleri çağrıştırır. Eskilerin anladığından farklı anlama veya unutulmuş anlayışın ihyası manasıyla yeniden anlama. İslamiyet’e göre her ikiside yanlıştır. Biz, onlardan unutulanları da, şindi yeniden hatırlayacak değiliz.
Kendi İslami Anlayışımız deyimi kullanılmalıdır. Eskiler İslamı’ kendileri için doğru anladılar. Oysa, şimdi biz, başka dünyada yaşıyoruz. Eskilerin İslam’dan anladıklarının bir kısmı artık bugün eskimiştir. Ama İslamiyet eskimemiştir. Biz, O’nu şimdi, kendimiz için yeniden anlıyacağız. yani kendimiz için ictihad yapacağız, kendimiz için icma yapacağız. Böylece kendi asrımız için icmalar teessüs edecektir.
Bu deyim, Qur’an’da yoktur. Allah’ı Tevhid etme bile hatalıdır. Zira Allah zati olarak bir’dir. Biz O’nu tevhid edemeyiz. Parçalar yok ki birleştirip tek varlık haline getirelim. Tevhid kelimesinin topluluk için cemaatleşme anlamında kullanılması da hatalıdır. İman kelimesi kullanılmalıdır.
İman, belli şeyleri bilmek değildir. Şeytan hepimizden daha iyi bilmektedir. İman, eman’a girme demektir. İslam’da, silm’e girme demektir.
Eman, kişinin masumiyeti’ni korumadır. Malına, canına dokunulursa, topluluk ona mani olur. Gerekirse , tazmin eder. Silm’de eman gibidir. Ancak, eman’da, yalnız siyasi güvenlik sağlanmış olup, ekonomik güvenlik sağlanmamıştır. Kişi, malen desdeklenmemiştir. Silm’de bütün haklar güven altına alınmış ve maddi desdek sağlanmıştır. İslamiyet’te silmsiz eman kabul edilmemiştir.
Kimin silmine ve kimin emanına girilir? “İslam ve iman, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi olan topluluğun barış ve güvenine girmedir. “Allah indinde din İslam’dır” ayetinin manası budur. Silmiyet, barış, eman güvendir.
Biz silm’e girince, kendi ictihadlarımız korunacak ve kendi inanış ve anlayışımıza göre yaşanacak, davet serbest ve vacib, zorlama ise kesinlikle yasak olacaktır.
İman, yalnız Allah’ın birliği değildir. Allah’a inanarak, kendi anlayışları ile O’nun emirlerini yaşayabilme aktidir, dayanışma ortaklığıdır. Birimize bir kısıtlama gelirse, hep birden savunacağız. Biz, ittifak ettiğimiz konularda, bir olup o konularda birlikte hareket edeceğiz.
İmanda Farklılık Doğuran Nedenler:
Zanni delillerle imani hükümler sabit olmaz. İcma olmayan yerde kesin hüküm yoktur. Öyleyse, iman meselelerinde farklılaşma yoktur. Yalnız, içtihadi meseleleri iman konusu yapar ve başkalarının bizim ictihadlarımıza inanmalarını istersek, o zaman farklılıklar ortaya çıkar. Bugün iman konularında farklılıklar varsa, bu insanların İslamiyet’in dışına çıkmış olmaları nedeniyledir. Artık bugün Müslüman yok, Ehli Kitab Müslümanlar vardır.
İman’da doğruluk derecesi icma ile sabit olmaktadır. Sahabilerin ayetlere veya mütavatir hadisler’e dayanarak ittifak ettikleri, fiilen veya kavlen ittifak ettikleri hususlar, iman’a konu olan icmalardır. Bunlarn dışında isteyen istediğine inanır. Kimse kimseyi tekfir etmemelidir. Geçmişte yapılan icmalar günümüz Müçtehidlerin icmaları ile sabit olmalıdır. Önce ictihad müessesesini diriltmeliyiz. Sonra, icmaları tesbpit etmeliyiz. Sahabilerin kavlen ve fiilen hangi konularda icma ettiklerini bulmalıyız. Sonra, doğru olan imani konular ortaya çıkar. Biz şimdi fetret devri’ni yaşıyoruz. Bu sebeple, ihtilaf ve nizalardan şiddetle kaçınmalıyız, birbirimizi tekfir etmemeliyiz.
1.Tasdik: İslam’ın esaslarını küll olarak kabul etmektir. İçindeki teferruatlarda ayrılığımız olabilir. Bence esas dört noktada toplanmıştır: Allah vardır, ahiret vardır, Qur’an Allah’ın kelamıdır ve Rasul O’nu bize öğretmiştir. Bu dört şeyi kabul ederek işe başlamayan iman etmiş olamaz. Bunları dil ile kabul eden, ama içi mutmain olmayan bir kimse Müslüman’dır. Yani araştırma aşamasındadır. Bunun Müslümanlığı da makbuldur. İlimde de böyle faraziyeler vardır. Faraziye aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.
2.Amel: Kabule göre amel etmek. Amelin cüzleri vardır. Cüzler imanın şartlarından değildir. Amelin küllü iman’ın şartlarındandır. Mesela uzak bir yere gidebilmek için araba ve şöför şarttır; bunların parçaları vardır, fakat bu parçalar, gidebilmenin cüzleri değildir. O halde iman ya vardır ya yoktur. Artmaz, eksilmez. Ancak, imanın bir rüknü olan amel artıp eksilebilir.
Biri, dünyada insanlar arasında kim mü’min sayılacak, kim sayılmayacak; bir de Allah indinde kim mü’min’dir, kim değildir? Birine Müslim, diğerine mü’min diyoruz. Kimin mü’min olduğunu Allah bilir ve hesabı O’na verecektir. Biz ise kimin Müslim olduğunu bilebiliriz. Hukuken “ben Müslim’im” diyenler arasında hiç bir farklılık yoktur, aynı hükme tabidirler. Ancak iman’larının etkisi ile, yaptıkları amellerin sonucu elde edecekleri ücret veya karşılık her insan için değişiktir.
İcmanın dışıma çıkan müslim’lerin hakları, müslim olmayanlardan farksızdır. Ancak onların, icmada yerleri yoktur. Yani, icmaa muhalefet etmeleri ile icmaa bozulmaz. İcmanın oluşması için onların katılmaları gerekmez. Şiilerin durumu budur. Onlarda müslimdirler. Bütün hakları aynıdır. Sadece, Ebu Bekir’in Halifeliğini kabul etmedikleri için icmaa muhalefet etmektedirler. Dolayısıyla, icmamızda yerleri yoktur.
Qur’an’ı Kitap, Hz. Muhammed’i Rasul kabul etmeyen kimse Ehli Kitap’tır. Cizye verir, savaşa iştirak etmez ve siyasi hakları da yoktur. Kendisi istese de verilmez. İcmaa katılan Ehli Sünnet mensupları, savaşa katılmak zorundadırlar. Onlar kendileri istese de siyasi haklardan mahrum edilemezler. İcma dışına çıkan kimseler ise serbest bırakılırlar. Kendileri isterlerse bedel verip savaşa gelmezler, böylece siyasi haklarını da kullanamazlar; isterlerse savaşa katılırlar ve siyasi haklarını kullanırlar. Benim görüşüm budur.
İman demek, herkesin birbirine güven vermesi, herkesin kendi inanç ve kanaatları hareket etmelerine yardımcı olmak demektir.
İmanda ifrat: Herkesi bir ictihadın etrafında toplamaya çağırıp,ictihadı kaldırmaktır.
İmanda tefrit: Herkesi başıboş bırakıp herkesi kendi ictihadlarına göre amel etmye zorlamamak, böyle bir sorumluluğu tanımamaktır.
Yani icmalarda ameli muhalefeti hoş hörme, ictihadlarda ameli vahdeti isteme iftrat ve fetrittir.
İslamiyet’te, İslamlığa kabul veya islamlıktan çıkarma müessesei yoktur. Herkes istediği anda “ben müslümanım” der ve bütün Müslümanlar’ın hak ve görevlerine sahip olur. İsteyen de “ben, irtidat ediyorum” der, mürtedin hükümlerine girer. Bu değiştirme yüzlerce defa tekerrür edebilir.
İman Ehlinin Düştüğü Sapmalar:
İslam’ı diğer dinlerden ayıran temel özellikler, İcma ve ictihat’tır. Müslümanlar ictihadları terkedip icmalar da ortadan kalkınca ne iman kaldı ne amel kaldı. Sadece Ehli Kitap kaldı. Bunun dışında bir şey aramak yanlıştır, hatadır. Şimdi islamiyet’in iki rüknü yok; Kitap ve Sünnet var, ama icma ve ictihad yok. Halbuki, ictihadsız, Kitap ve Sünnet ile amel caiz değildir. Öyle ise Müslümanlık ortada yok. Şiilerin ictihad müesseseini devam ettirmeleri nedeni ile, onlarda bizden daha çok hareket var.
Allah, Kainatı yarattı ve insanı yeryüzünde Halife kıldı. Mülk O’nundur. Devlet O’dur. Ancak, topluluğu kendine Halife yaptığı için, cemaat yeryüzünde Allah’ın Halife’sidir. Öyle ise yeryüzü nasıl yönetilecektir?
Yeryüzünde her insan, kendi ictihadlarına göre yaşayacak ve iradei cüziyyesi’ni tam olarak kullanacaktır. Ona müdahale etmek, Allah’ın verdiği serbestiliği kısmadır. Bu da şirktir.
İnsanlar, ittifak ettikleri konularda birleşecekler ve topluluklar oluşturacaklardır. Kendi başkanlarını seçip ona itaat edeceklerdir. İnsanların ellerinden bu hakkı almak da şirktir. Çünkü, Allah’ın olan iktidar, tarafımızdan gasbedilmiş olmaktadır.
Bunlara bugün Batılılar , istiklal ve hürriyet diyorlar. Ulusların istiklallerini ve insanların hürriyetlerini tanımayanlar, Allah’a şirk koşmuş olurlar.
“Peki, savaş meşru değil midir?” sorusuna, kimlerle savaşabileceğimizi belirlemekle cevap vermiş oluruz. Sadece müşriklerle savaşmak meşrudur. Yani, ulusların istiklallerine saygılı olmayanlarla savaşılır. Kendi ülkesi içinde insan haklarını tesis edemeyen veya etmeyen müşrik düzenle savaşılır.
Mütecaviz